Günümüzde, iş sahibi olmak günlük hayata bir rutin ve anlam katıyor, bir statü ve kimlik kazandırıyor. Bir pozisyona sahip olmak aslında en temel psikolojik, sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarımızı karşılamamıza yardımcı oluyor. Aynı zamanda, iş sahibi olmak para kazanmaktan çıkıp kişinin karakterinin ve hayatının bir parçası gibi gördüğü bir özellik anlamı kazanıyor. Özellikle Batı dünyasının hayat tarzını benimsemiş ülkelerde, biriyle tanıştığınızda aldığınız ilk sorulardan biri "Nerede büyüdün?" yerine "Ne iş yapıyorsun?" oluyor. Bu sebeple sahip olunan mevki 9-5 yapılan bir görev ya da finansal garanti olmaktan daha fazlasını ifade etmeye başlıyor. İş, kişiye öz güven kazandırdığı gibi sabah uyandığında günü devam ettirecek bir amaç ve rutin sağlıyor. Varoluşsal bir perspektiften bakarsak kafamızın içinde farkında olmadan dönen "Nereye aitim?", "Ne yapıyorum?" ve "Aslında ben kimim?" gibi sorulara, sahip olduğumuz işi düşünerek cevap verdiğimizi de görebiliyoruz.
Tüm bu sebeplerle, kişinin kontrolü dışında işini kaybetmesi finansal bir kayıptan daha da fazlası olarak öz değerini ve kimliğini sorgulamaya sebep olabiliyor. Bir iş birçok farklı sebep yüzünden kişinin kendi kararı dışında sonlanabiliyor. Şirketler batabiliyor, anlaşmazlıklar yaşanabiliyor, haksızlığa uğrayabiliyoruz ve yaşanan farklı çeşitlerdeki stresli olayların sonucunda sahip olunan pozisyon, işten çıkarılarak son bulabiliyor. İşten çıkarılmak, kovulmak ya da uzaklaştırılmak kişinin kendinden, günlük hayatından ve sosyal çevresinden de uzaklaştırılması anlamına gelebiliyor. Bu sebeple, aynı sevdiğimiz birini kaybettiğimizde olduğu gibi yas semptomları deneyimlemeye başlayabiliyoruz.
İş kaybı sonrası yaşanan yas dönemi, bu kaybı kabul edememek, kaybın sonrasında hayatın anlamını yitirmesi ve kalınan yerden devam etmenin zorlaşması olarak deneyimlenebiliyor. Günlük olarak yapılan şeylerden zevk almamaya, yaptığımız her şeyin anlamsızlaşmasına kadar uzanabiliyor. Çünkü zaman, emek gibi birçok yatırım yapılan bir şeyin bir anda kontrol dışı şekilde yok olması, yoğun bir duygusal karışıklığa ve strese sebep olabiliyor.
Depresyon, anksiyete gibi bozukluklar, yas dönemiyle benzer semptomlar içerse de birbirleriyle karıştırılmaması önemli. Çünkü "yas" dediğimiz dönem ancak bir "kaybın" sonrasında yaşanabiliyor ve zaman zaman bireyler bir işten çıkarılmanın ardından kendilerini "kaybolmuş" hissettiklerinde kendilerinde bir sorun olduğunu düşünebiliyorlar. Depresyon gibi bozukluklar farklı tedavilerle ele alınırken kaybolmuşluğun yas döneminin bir parçası olup depresyondan farklı bir süreç olduğunun farkında olunması önem taşıyor. Yoğun bir yas dönemi, travmatik bir olay etkisi hissettirebiliyor ve aynı travma sonrasında görülebildiği gibi kişinin dünyaya bakış açısını ve değerlerini değiştirebiliyor. Lakin yas döneminin depresyon ve anksiyete bozukluklarını tetikleme ihtimali olduğu gibi tersi sırayla da birbirlerini doğurduklarını gözlemleyebiliyoruz.
Önemli olan, sevdiğiniz, kendinizi rahat hissettiğiniz ya da emeğinizi ve zamanınızı ayırdığınız bir işi, kendi tercihiniz dışında kaybetmenin zor bir dönem olduğunun farkında olunması. Bu sürecin farklı duyguların ve iniş çıkışların yaşanabileceği yoğun bir dönem olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu duyguları ve yaşanan üzücü olayın uyandırdıklarını yok saymadan onları yaşarken aynı zamanda onlarla iyileşmek önemli.