How I Met Your Mother dizisini izlediyseniz Ted'in ilk buluşmalarında Robin'e "Seni seviyorum." dediği o sahneyi hatırlarsınız. Kendisi bundan bir hayli pişman olmuş, Robin de fazlasıyla korkmuştu. Çoğu ilişkide "seni seviyorum" cümlesinin ilk kez söylendiği anın önemi olabiliyor. "Hoşlanıyorum ama seviyor muyum?", "Ya o böyle hissetmiyorsa?", "Söylemek için çok mu erken?" gibi sorular birçok insanın kafasını kurcalayabiliyor. Peki birine "seni seviyorum" dediğimizde bu aslında ne anlama geliyor, sevdiğimiz şey tam olarak ne?
2011 yılında yürütülen bir araştırmaya göre ilişkide seni seviyorum cümlesini ilk söyleyenler, kadınların iki katı kadar bir oranla, erkekler oluyor. Bu farkın altında yatan temel sebebin ilişkiyi bir an önce bir adım öteye taşımakla alakalı olduğu ve bazı durumlarda bu ilan-ı aşkın seks yapabilmek uğruna yapıldığı düşünülüyor. Çünkü aynı araştırma, ilişkide cinsel aktivite başladıktan sonra erkeklerin seni seviyorum derken kadınlara göre daha az mutlu hissettiklerini de buluyor. Katılımcılara bu sevgi ifadelerinin dürüstlüğüne ne kadar inandıkları sorulduğunda ise kadınların seksten öncekilere kıyasla seksten sonrakileri daha inandırıcı bulduğu, erkeklerin ise seksten öncekileri daha inandırıcı buldukları görülüyor.
Peki ana sorumuza geri dönersek seni seviyorum derken tam olarak nasıl bir his içerisindeyiz? Aslında duygular, o esnada yaşadığımız durumun temsil ettiklerini, önemini ve vücudumuzda bunlara bağlı olarak meydana gelen değişiklikleri birbirine bağlayan sinirsel süreçlerdir. Birini sevdiğimizde zihnimizde onun nasıl göründüğüne, sesine, hislerine, bize olan davranışlarına ve kişiliğine dair belli imajlar oluşuyor. Bununla birlikte karşımızdaki kişi ilişkimizi ne kadar önemsiyor, iyiye gitmesi için neler yapıyor, örneğin o ilişkide seviliyor hissediyor muyuz gibi soruların cevaplarına dair bilinçli ya da bilinçsiz bir değerlendirme oluşturuyoruz. Sevgi iki şekilde yapılanıyor diyebiliriz: İlk olarak diğer bütün duygular gibi bu duyguyu hisseden kişinin vücudundaki fizyolojik değişiklikler ile. İkinci olarak da karşımızdaki kişinin bize nasıl göründüğü yani cinsel ve estetik algılarımız ile. Fakat söz konusu romantik partnerlerimiz olduğunda sadece fiziksel görünüş önemli olmuyor, daha soyut şeyler de devreye giriyor: O kişinin kişiliği, başarıları, korkuları, geçmiş ilişkileri…
Sevginin sinirsel bir süreç olarak açıklanıyor olması, sevginin sadece bir fikir, zihinsel bir yansıma ya da mental bir süreçten ibaret olduğu anlamına gelmiyor. "Kişi" olarak karşımızdakini seviyoruz ve burada "O kişiyi o yapan ne?" sorusu ortaya çıkıyor. Bu aslında cevabı hiç kolay olmayan ve insanla ilgilenen her bilimin cevap aradığı bir soru. İngilizce'de "self" olarak geçen, kişilik kelimesinden ayırmamız gereken bu kavram daha çok "öz, kendilik" gibi düşünülebilir. Kişinin özü sosyal, psikolojik, sinirsel ve moleküler birçok mekanizmanın dahil olmasıyla oluşan bir sistem. Birini sevdiğimizi söylediğimizde aslında bu mekanizmaların ortaya çıkmış halini seviyoruz; sevdiğimiz şeyi bir beden ve zihnin kombinasyonu gibi düşünebiliriz.
Sevgi dediğimiz kavram sizin için tutku, güven, sadakat gibi herhangi bir kavram ile ilişkili olabilir fakat biliyoruz ki ilişkilerin iki yıl artı/eksi altı ay süren tutulma döneminden sonra da devam edebilmesinde en etkili olan faktör çiftlerin bağlanmayı sağlayabilmiş olması. İlişkileri sağlıklı sürdürebilmek için partnerlerin "Varlığı beni mutlu ediyor"dan öteye geçmeleri gerekiyor. Örneğin, Rusbult'un ilişki modeline göre ilişkilerin devam edebilmesi, partnerlerin karşılıklı olarak o ilişkiye yaptığı yatırımlar (maddi ve manevi) ve kurdukları bağlılık ile belli oluyor. Sevgi, partnerlerin ilişkiye olan inançlarının ve o ilişkide olma isteklerinin güçlendirilmesine ihtiyaç duyuyor.
Not: Bu yazının bazı kısımları Psychology Today dergisinde çıkan "When You Love Someone, What Do You Love?" yazısından çevrilmiştir.ssq