Birçoğumuz film izlerken kendimizi bazı karakterlerin yerine koyuyoruz, o karakterin yaşadığı aşka imreniyoruz ya da bazı çiftleri çok sempatik bulup onlar gibi bir ilişkiye sahip olmanın hayalini kuruyoruz. Peki filmlerde bize yansıtılan romantik ilişkilerin çocukluğumuzdan beri bizi nasıl etkilediği, ilişkilere bakış açımızı nasıl şekillendirdiği üzerine hiç düşünmüş müydünüz?
Popüler medyada romantizm, aşk, seks ve ilişkiler hakkında yaratılan bir algı ve idealleştirilen stereotipler var ve bunlar çok küçük yaştan itibaren izleyiciler tarafından içselleştiriliyor. Popüler medya ürünlerinin en bilindik olanlarından birine örnek olarak küçük yaşlarda epeyce aşina olduğumuz Disney filmlerini gösterebiliriz. Çoğu Disney filminde kadın karakter başta yalnız, filmin sonunda ise ya evlenmiş ya da bir erkeğe bağlanmış olarak karşımıza çıkar. Karakterler sanki bir erkeğin onları mutlu sona eriştirmesini beklemekte ve onlarla birlikte tamamlanmaktadırlar. Araştırmacılar, 12 Disney prenses filmini 1980'den önce çıkan "klasik" filmler, 1989-1998 yılında çıkan "geçiş" filmleri ve daha sonra çıkan "modern" Disney filmleri olarak üç kategoriye ayırıp inceliyorlar. Son yıllarda çıkan Disney prenses filmlerinde, prenseslerin geleneksel cinsiyet rollerinden yavaşça uzaklaştığı ve daha bağımsız bir duruş sergiledikleri görülüyor. Ayrıca geçiş filmleri ve modern filmlerde partneri idealleştirme, onu ruh eşi olarak tanımlama, "Aşk her şeyin üstesinden gelir" kalıbını benimseme ve ilk görüşte aşka inanma gibi romantik ideallere karşı çıkan "Bir ilişkiyi yürütmek çok fazla emek ister", "Ruh eşi yoktur" gibi bu ideallere karşı çıkan söylemlerde artış gözlemleniyor. Bu ifadelerin artışı, aşk ve romantizm hakkında izleyicilerin geçmiş jenerasyona göre daha gerçekçi bir bakış açısıyla bakmasına olanak sağlıyor. Romantik ilişkilerin kolay bir şekilde hemen oluştuğu izlemini edinmek yerine, bugün bu filmi izleyen genç izleyiciler ilişkilerin emek ve fedakarlık isteyen taraflarını da görüyorlar.
Aşk ve ilişkiler üzerine edindiğimiz bu gerçeklikten uzak romantik idealler, yetişkinliğimizde de izlediğimiz filmlerle empoze ediliyor. Örneğin 18 heteroseksüel kadınla yapılan bir çalışmada kadınların romantik filmlerde yaşananları deneyimlemek arzusu içinde olduğu görülüyor. Onlar da bir erkek tarafından "uğruna bir savaş verilerek elde edilmek" istiyorlar. Katılımcıların, filmdeki kadın karakterin yerine kendilerini koydukları ve kendi ilişkileriyle ilgili beklentilerini de bundan dolayı yükselttikleri gözlemleniyor. Ek olarak, çoğu kadın gerçekliği hayallerinden ayırırken karşılaştığı zorluklardan da bahsediyor. 625 üniversite öğrencisiyle yapılmış bir çalışmada romantik temalı filmlere maruz kalmanın "Aşk bir yolunu bulur" inancını, evlilik temalı realite şovların ise ilk görüşte aşkı ve idealize etmeyi ("Gerçek aşk mükemmel olmalı" gibi) güçlendirdiği görülürken diğer yanda sitcomların idealize etme ve ruh eşi gibi inançlarla arasında zayıf bir ilişki olduğu görülüyor. Sitcomlarda farklı bir sonuç çıkmasının nedeninin sitcomların daha negatif ve çatışma merkezli romantizm tasvirleri içermeleri olduğu düşünülüyor.Gençlerle yapılan bir başka çalışmada ise romantik komedi ve drama izleyenlerin, evlilikle ve bir ilişkiye sahip olmakla ilgili daha fazla hayal kurdukları ortaya çıkıyor. Bu oranın kadınlarda erkeklere göre daha fazla olduğu ortaya konuyor. Bu bulgu cinsiyete dayalı rollerin (eş olmak gibi) günümüzde hala devam ettiklerini gösteriyor. Çalışma, mitsel romantik ideallerin diğer ilişkisel talepleri geçersiz kılabileceği veya onların yerini alabileceği ihtimalini de ileri sürüyor. Örneğin, kişi "Aşk her şeyin üstesinden gelir" inancına sahipse kavgalar, iletişim problemleri ve seks sorunlarının önemini kaybedeceği ve aşkın gücünün sorunların üstesinden gelmek için ihtiyacı olan tek şey olduğu görüşüne sahip olabiliyor. Filmleri hangi motivasyonla izlediğimiz de bu romantik ideallere etki eden bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Bilgi edinme motivasyonuyla romantik komedi izleyen insanlarda partneri idealleştirme, ruh eşi, ilk görüşte aşk ve "Aşk her şeyin üstesinden gelir" inançlarının daha fazla olduğu görülüyor.
Filmlerin çocukluğumuzdan itibaren aşka ve ilişkilere bakış açımızı nasıl gerçeklikten farklı olarak şekillendirdiği ve bizde idealleştirilmiş romantizm arzusunu geliştirdiği üzerinde durduk. Peki yalnız olanlar bu romantizmin içinde kendilerini nasıl hissediyorlar? Araştırmacılar 18-25 arasındaki gençler arasında romantik medya içeriklerine maruz kalma ve bekar olmaktan korkma arasındaki ilişkiyi inceliyor. Sonuçlara göre, romantik medya içeriklerine maruz kalmak ve bekarlıktan korkmak arasındaki ilişki yalnızca bekar kadınlarda gözlemleniyor. Çünkü özellikle bekar kadınlar, popüler romantik TV şovlarında genellikle muhtaç ve başarısız olarak gösteriliyor. Bu çalışmada da bekar genç kadınların bu tarz içeriklere maruz kaldıktan sonra bekar olma korkularının arttığı görülüyor.
Genel olarak baktığımızda romantik filmlerin birçoğunda gerçeklikten uzak idealler olduğu, insanların -özellikle kadınların- bunları benimsediği ve bu konu hakkında fanteziler kurduğu görülüyor. Bu filmler, bize gösterilen ideallerle gerçeklik arasında çatışma yaşamamıza sebebiyet verebiliyor. Her ne kadar zor olsa da izlediğimiz romantik filmlerin sonrasında "Benim neden bu filmdeki gibi bir ilişkim olamıyor?", "Neden böyle bir romantizm yaşayamıyorum?" gibi sorular sorarak kendimizi gerçek olmayan bir beklentiye sokmak yerine bunun sadece bir film olduğunu kendimize sürekli hatırlatmakta fayda var.