Aşık olduğumuz o ilk zamanlarda vücudumuzda birçok kimyasal salgılanıyor: testosteron, dopamin, oksitosin… “Aşkın gözü kördür!” tabiri belki de burada yaşadığımız değişimlerden geliyor. Öyle uçuyoruz, dünyadan öylesine kopuyoruz ki gözümüz ondan başkasını görmüyor, onda da olumsuz olabilecek hiçbir şey görmüyor.
Bir araştırmada aşık olan kişilere, sevdikleri kişinin fotoğrafı gösteriliyor ve bu kişilerin beyinlerine bakılıyor. Sonuç ne mi? Bu kişiler aşık oldukları insanın fotoğrafına baktıklarında beyinlerinde kokain maddesinin de aktif hale getirdiği bölgeler aktive oluyor, yani beynimizin ödül sistemi! Aşkın beynimizde ve vücudumuzda yarattığı değişiklikler hakkında daha fazla okumak isterseniz Biyolojik Perspektiften Aşk yazımızı okuyabilirsiniz.
Birçok insanın hissettiği ancak ölçmenin pek de kolay olmadığı aşkın tanımı üzerine psikoloji literatüründe de elbette farklı bakış açıları bulunuyor. Aşkın ne olduğunu keşfetmek isteyen bir grup araştırmacı, temelde 2 çeşit aşk türü olduğundan bahsediyor: tutkulu (passionate) ve arkadaşça (companionate) aşk.
Tutkulu aşk, kimi zaman tutulma olarak da adlandırılan, ayaklarımızı yerden kesen, midemizde kelebekler uçuşturan deneyime deniyor. Tutkulu bir şekilde aşık olduğumuz kişiyle birlikte olmak için yoğun bir arzu duyuyoruz, sürekli onu düşünüyoruz ve kendimizi nasıl hissettiğimiz büyük oranda onun davranışlarına bağlı oluyor. Tutkulu aşkı ölçmek için yaygın bir şekilde kullanılan ölçekte “Onun beni önemsediğini bilmek, bana tamamlanmış hissettiriyor. Bana en mutlu hissettirebilecek insan o. Onun gözlerinin içine baktığımda eriyormuş gibi hissediyorum. Onu mutlu edecek bir şey yaptığımda ben de mutlu oluyorum.” gibi ifadeler bulunuyor. Arkadaşça aşk ise tutkulu aşktan daha az yoğun bir şekilde yaşanıyor ve bağlanma, bağlılık ve yakınlığın bir araya gelmesiyle oluşuyor. Arkadaşça aşk, hayatımızın artık iç içe geçtiği o kişiye karşı duyduğumuz şefkat ve hassasiyet olarak tanımlanıyor. Birçok görüşe göre ilişki devam ettikçe zamanla tutkulu aşktan arkadaşça aşka geçiş oluyor. Buradaki arkadaşlığı, yoldaşlık, uzun bir yolda birbirine eşlik etmek gibi düşünebilirsiniz.
Aşkın tanımı konusunda öne çıkan bir başka görüş ise 6 tür aşk olduğunu öne sürüyor:
- Romantik aşk (eros): aşırı odaklanma ve değer verme, güçlü bir birlikte olma arzusu
- Oyun gibi aşk (game-playing): bağlılığın söz konusu olmadığı, yalanın oyunun bir parçası olduğu aşk türü
- Arkadaşça aşk (storge): yavaşça gelişen, arkadaşlık temelli aşk
- Sahiplenici aşk (mania): takıntılı, sahiplenici, kıskançlığın ve aşırı davranışların yoğun olduğu aşk
- Mantıklı aşk (pragma): faydacı, kullanışlı, karşılıklı olarak fayda sağlayan aşk
- Özgeci aşk (altruistic): her şeyini karşıdakine veren, kendinden çok karşısındakinin sevgi ve şefkat almasını önemseyen aşk
Aşkın tanımı konusunda bilinen üçüncü görüş ise “Üçgen Aşk Teorisi” olarak geçiyor. Bu teoriye göre aşk 3 öğeden oluşuyor: tutku, yakınlık ve bağlılık. Bu üç öğenin farklı kombinasyonlarıyla farklı aşk türleri oluşuyor. Yani, yakınlık ve tutku bir araya geldiğinde tutkulu aşkı oluşturuyor. Tutulma döneminde gördüğümüz, kara sevda diyebileceğimiz aşk, bağlılık ve yakınlığın olmadığı tutkudan doğuyor. Üçgen Aşk Teorisine göre, başarılı bir ilişkide genellikle zaman geçtikçe tutku azalırken yakınlık ve bağlılık artıyor. Tutkunun hızlı bir şekilde yükselmesi, alışkanlık hissini beraberinde getiriyor ve partner karşısında uyarılma, daha düşük ama sabit bir seviyede seyrediyor.
Aşkın ne olduğunu açıklamaya çalışan en yaygın 3 görüş bu şekilde. Literatürdeki gibi biz de henüz kendi hayatımızda aşk için ortaklaşmış bir tanım bulabilmiş değiliz. Kimileri kavuşamamanın aşk olduğunu düşünürken kimileri yan yanayken geri kalan bütün dünyayı unutmanın aşk olduğunu düşünüyor. Bazıları bu duygunun tanımını yapmanın mümkün olmadığına, bazıları aşk diye bir şey olmadığına inanıyor. Belki de bu duyguyu hissedenler, onun ne olduğunu çok iyi biliyor ancak anlatmakta zorlanıyor. Siz söyleyin, hiç aşık oldunuz mu? Nasıl bir histi?