Fransızca’da okulu kırmak anlamına gelen ve François Truffaut’un yönetmenliğini yaptığı 400 Darbe filmi birçok alanda ödül alan ve dönemin toplumunu sert bir şekilde eleştiren bir film. Yönetmenin kendi çocukluk anılarından yola çıktığı yarı otobiyografik diyebileceğimiz filmin başrolünde 12 yaşında olan Antoine ile karşılaşıyoruz. Jean-Pierre Léaud’un canlandırdığı Antoine, topluma uyum sağlamayan ve hem evde hem de okulda maruz kaldığı baskının altında ezilen bir çocuktur. 400 Darbe, Fransızca adından da anlaşılacağı gibi okuldan ve sonrasında evden kaçan Antoine’nin psikolojik durumuna ve aykırılığına dikkat çekiyor. Filmin sahnelerini yakından incelediğimizde, Antoine’nin evde ailesi tarafından, okulda da öğretmenleri tarafından anlaşılmadığını, sürekli olarak ceza ve tehditle terbiye edilmeye çalışıldığını görüyoruz.
İlk olarak aile içi ilişkilerine bakacak olursak, filmin ilk anlarından itibaren sağlıklı bir iletişimden uzak anne ve oğul ilişkisi görüyoruz. Antonie’nin annesiyle olan iletişiminin yalnızca çöpü dök, yatağına git, masayı hazırla gibi emir ve sorumluluk cümlelerinden ibaret oluşunu izliyoruz. Okulda da baskıcı ve otoriter öğretmenlerine karşı bir türlü dikiş tutturamayan Antonie’nin okulda ceza aldıktan sonra nereye gideceğini bilemeyişine şahit oluyoruz. Bu durumun peşinden ise okulu devamlı olarak asma davranışı geliyor. Halihazırda durumlar Antonie için zaten oldukça karışıkken ve yaşadıklarını paylaşacak bir ebeveyni yokken, Antonie yine okuldan kaçtığı bir gün annesini başka bir adamla öpüşürken görüyor. Birkaç dakika süren bu sahnenin 12 yaşındaki bir çocuğu ne denli sarstığını bir sonraki sahnede öğreniyoruz.
Annesini başka bir adamla gördükten hemen sonra okula gitmek zorunda kalan Antonie, öğretmeninin aşağılayıcı ve ısrarlı bir şekilde sorulan “Neden okula gelmedin?”gibi sorularına karşılık bir anda “Annem öldü.” cevabını veriyor. Bu cümle bir önceki sahneyle birleştirdiğimiz zaman cezadan kaytarmak için uydurulan bir bahaneden daha ağır bir anlam taşıyor. Antonie’nin söylediği bu yalan çok geçmeden açığa çıkıyor ve ailesi okula geldiğinde yine vurucu bir sahneyle karşılaşıyoruz. Filmin başından beri Antonie’ye hiç kimse tarafından sorulmayan “Nasılsın?” veya “Neden yalan söylemeye gerek duydun?”gibi sorular yine sorulmuyor ve üvey babasının Antonie’yi tüm arkadaşlarının önünde dövmesine şahitlik ediyoruz.
İlgisiz bir anne, kuralcı ve dayakçı bir baba, ceza ve dayak ile öğrencileri yönetmeye çalışan öğretmenler… Böylesi yanlış bilinçlenmiş bir toplumda, düzene uyum sağlayamadığı için en sonunda ıslah evine düşen 12 yaşındaki bir çocuğun zaman içerisinde nasıl potansiyel bir suçluya dönüştüğünü izliyoruz. 400 Darbe filmiyle çevresel faktörlerin, erken yaşlardan itibaren aile içinde kurulan bağlanma stillerinin bireylerin yaşantıları üzerinde ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabildiğiyle yüzleşiyoruz. Sevgiye muhtaç, ailesi tarafından varlığıyla yokluğu bir olan Antonie’nin yaşadığı psikolojik bozukluklara aslında yalnızca izleyici olarak biz şahit oluyoruz. Kendisinin davranış bozukluğuna sahip bir çocuk olduğunu, saldırgan, etrafındaki nesnelere zarar verme, çalma gibi davranışları olduğunu anlıyoruz. Özellikle bir şeyler çalma eyleminin filmin çeşitli sahnelerinde tekrarlandığını görüyoruz. Başlangıçta para çalmak ve kalem çalmakla başlayan bu durum süt çalmak ve son olarak babasının ofisinden daktilo çalmakla gitgide seviyesini artıyor. Sürekli olarak devam eden çalma eylemi aslında yaşanan duygusal bir zorluğun önemli göstergelerinden biriyken Antonie’nin çevresi için ceza verilmesi, ıslah evine gönderilmesi ve sıkı bir şekilde terbiye edilmesi gereken bir durum olarak görülüyor.
Antonie’nin annesini başka bir adamla görmesinden sonra anne ve oğul ilişkisinin daha da bozulmasını beklerken yönetmen bize tam tersi bir durumu gösteriyor. Belki de Antonie’nin bu durumu birilerine söyleyeceği endişesinden dolayı, annesi Antonie ile ilgilenmeye ve aile etkinliklerine önem vermeye başlıyor. Yeni bir şans ve topluma bir yerlerden tutunma şansı yakalayan Antonie, annesiyle arasını daha iyi yapmak adına kompozisyon yarışmasında başarılı olmak için çabalıyor. Bu sırada Balzac’tan ne kadar etkilendiğini ve kendini belirlediği hedefe ne kadar kaptırdığını görüyoruz. Balzac posterinin önünde yaktığı mumun evde yangın çıkarmasıyla da tüm ipler yeniden kopmaya başlıyor. Babasının Antonie’ye olan saldırgan, suçlayıcı tutumun ve ona konuşma hakkı vermeyişinin ne denli otoriter bir yaklaşım olduğunu izliyoruz tekrar. Yazmış olduğu kompozisyonun da öğretmeninin yine suçlayıcı ve aşağılayıcı tavırlarıyla reddedildiğini görüyoruz ve kendisinin yapmamış olduğu bir intihal suçuyla nasıl azarlandığına şahit oluyoruz. Takdir edilmeyi beklerken ve annesinden göreceği sevgi kırıntıları için son şansı olan kompozisyon ödevi de suya düşünce, Antonie için artık ne gidecek bir evi ne de bir okulu kalıyor.
Bulunduğu her ortamda sosyal uyum güçlüğü çeken Antonie, babasının daktilosunu çalıp satarak geçinmeyi planlasa da hikayenin sonu yakalanması ve ıslah evine gönderilmesiyle bitiyor. Annesinin veya babasının kendilerini sorgulayıcı bir tavırdan uzak, sorunu tamamen 12 yaşındaki bir çocuğun ahlaksızlığına ve şımarıklığına bağlıyor olmaları da yönetmen tarafından hem karakol hem de ıslah evi sahnelerinde açıkça gösteriliyor. Ömrü boyunca zaten ailesi tarafından istenmiyor olduğu hatırlatılmış, kiliseye veya askeri okula verilmekle tehdit edilmiş ve bunun korkusuyla yaşayan bir çocuğun en sonunda yapayalnız kaldığını görüyoruz. Antonie’nin sigara ve puro kullandığı ve karakolda geceyi birlikte geçirdiği insan profillerini izlerken yönetmen bize Antonie’nin aslında yalnızca on iki yaşında olduğunu bir süreliğine unutturuyor. Yeniden hatırlamamız ise karakoldan ıslah evine götürülürken kimsesizlikten ve korkusundan ağladığını gördüğümüz sahne ile oluyor. Filmin sonlarına yakın olan bu sahne, Antonie yaşında olan bir çocuğun geçtiği ortamların, yürüdüğü yolların ve muhatap olduğu insanların o yaştaki bir çocuk için aslında ne derece yıkıcı ve korkutucu olduğunu hatırlatıyor.
400 Darbe, istenmeyen bir çocuk olmanın, anne ve babayla bağ kuramamanın, toplumun hiçbir kademesine uyum sağlayamamanın ve anlaşılmamanın bir çocuk için aşılması oldukça güç durumlar olduğunu bir yandan da toplumu eleştirerek gözler önüne seriyor. Antonie’nin ihtiyaç duyduğu şeyin ıslah evinde, yine baskıcı ve otoriter bir ortamda olmadığını filmin sonlarında yönetmen oldukça sade ama derin bir sahneyle gösteriyor. Antonie ıslah evinden de kaçarak arkasına bakmadan koşuyor, ta ki denize ulaşana kadar. Deniz Antonie için özgürlüğe ve baskıdan uzakta olmaya olan arzusunu simgeliyor. Toplumun hiçbir kesiminde kendine yer edinemeyen Antonie’nin, deniz kenarına ulaştığında durmasıyla ve kameraya bakmasıyla film bitiyor. Ebeveynlerinden, öğretmenlerinden ve karşı karşıya kaldığı her yetişkinden gördüğü aşırı baskının ve otoriterliğin altında ezilen Antonie için denize ulaşmak artık bir özgürlük oluyor.