- Partneriniz sizi çok seviyor fakat siz onu, onun sizi sevdiği kadar çok sevmiyorsunuz.
- Partnerinizi çok seviyorsunuz fakat o sizi, sizin onu sevdiğiniz kadar sevmiyor.
İki muhtemel duruma döndüğümüzde ilk durumu tercih edenler, daha az seven kendileri olduğu için bir nevi geleceği garanti altına almış oluyorlar çünkü onlar bitirmedikçe ilişkinin bitme ihtimalinin daha düşük olduğunu görüyoruz. Fakat çok sevmediğimiz ama bize büyük bir sevgi besleyen biriyle birlikte olmayı tercih ediyorsak birini çok sevmek veya onun yanında heyecanlanmak gibi duyguları pek deneyimleyemiyoruz; daha çok sevilmenin tadını çıkarıyoruz. Diğer taraftan bu durumda “Eğer mesajına hemen cevap vermezsem bir bahane bulmam lazım yoksa ondan soğuduğumu düşünecek.”, “Onunla vakit geçirmeye zamanım olmadığını söylediğimde keşke bu kadar kırılmasa.” gibi düşüncelere kapılabiliyoruz. İlişkimizi mutlu bir şekilde devam ettirmeye çabalarken bir yandan da kendimize ayırdığımız vakitler için kendimizi suçlama eğiliminde olabiliyoruz. Kendini suçlamak, bazen partnerimizin bizim için yaptıklarını özel bulmamış gibi davranmamıza sebep olabiliyor. Hatta, bazı zamanlar onun bu özel ilgisine karşılık vermek dahi içimizden gelmiyor.
İkinci durumu tercih ettiğimizde ise bir noktada partnerimizi kaybetme ihtimalimiz daha fazla çünkü ilişkinin daha çok seven tarafı biziz ve ilişki üzerinde daha az kontrole sahibiz. Buna rağmen böyle bir ilişki içinde olduğumuzda anın ve anlık sevgi ifadelerinin tadını çıkarmayı tercih ediyoruz. Eğer daha çok seven taraf biz isek kaygılı olma ihtimalimiz daha yüksek çünkü her an partnerimizi kaybedebileceğimizi düşünüyoruz. Bu ilişkinin olumlu yanı, sevme duygusunu daha yoğun bir şekilde hissedebilmemize fırsat tanıması oluyor. Ancak aynı zamanda, emin olamama ve hayal kırıklığı gibi olumsuz duyguları da deneyimleyebiliyoruz. Karşımızdaki kişi daha az sevgi duyduğu için onun ilişkiyi bitirme ihtimalini daha fazla olarak görüyoruz; bu da kendimizi kontrol sahibi hissetmememize sebep oluyor. Buna rağmen partnerimizin düşüncelerini ve duygularını olumlu yönde etkileyebileceğimize dair iyimser bir inancımız olabiliyor. Bir taraftan da “Neden ben sormadan bir şeyleri düşünmüyor?”, “Neden benim için planlarını değiştirmiyor?” diye sorgulayabiliyoruz. Partnerimiz de tıpkı bizim gibi sürprizler yapsa, yıldönümümüzü unutmasa, hoşumuza giden iltifatlar etse ne güzel olurdu, öyle değil mi?
İstediğimiz, hayal ettiğimiz kadar sevilmediğimizde üzülüyor ve bu duruma çözüm yolları arıyoruz. Partnerimiz de bizim ona gösterdiğimiz gibi bize bol bol sevgi göstersin istiyoruz. Yapılması çok zor olmamalı diye düşündüğümüz bu istekleri gerçekleştirmek, bazen karşımızdaki kişi için çok da kolay olmuyor. Elbette her zaman istediğimiz kadar olmasa da partnerimiz bizim için bir şeyler yapmayı deneyebiliyor ve bu denemeler, ilişkimize katkı sağlıyor. Yapılanları göz ardı etmeden olumlu bir şekilde karşılayıp mutlu olabilirsek ilişkimizde yakınlığın artmasına yardımcı oluyoruz.
Çoğumuzun kafasında bir ideal partner özellikleri listesi oluyor. Partnerimizin sevgisini gösterme yolları için de bazı idealleri çoktan belirlemiş oluyoruz. Bu idealler, yetiştiğimiz aile ve kültürde sevgiyi nasıl gözlemlediğimize göre şekilleniyor. Bebekken bize bakım veren kişi bizi nasıl sevmişse diğer ilişkilerimizde de benzer şekilde sevilmeyi bekliyoruz. Biraz daha büyüyünce ebeveynlerimizin birbirini nasıl sevdiğini gözlemliyor ve zihnimizde sevgi şemaları oluşturuyoruz. Daha sonra dizilerde, filmlerde, şarkılarda gördüğümüz sevgiyi gösterme yöntemleri fikirlerimizi etkiliyor. Romantik ilişkimizde deneyimlediğimiz sevgi, tüm bu biriktirdiklerimizle eşleşmediğinde ise hayal kırıklığı yaşayabiliyoruz. Fakat sağlıklı bir yakın ilişki için hayallerimizdekini tam olarak karşılayan partneri bulmaya ya da yaratmaya çalışmak her zaman iyi bir yöntem olmuyor. Bunun yerine partnerimizi, birey olarak sahip olduğu duygu, düşünce, özellik ve sevme şekilleriyle tanımak ve kabul etmekle sağlıklı bir yakın ilişki mümkün oluyor.
Öyle ki partnerimizden normalde yapmayacağı davranışları istemek ilişkimizdeki yakınlığa zarar verebiliyor. Onun kendisine uygun bularak gösterdiği sevgiyi kabul etmiyor, daha fazlasını beklediğimiz için aslında gösterdiği sevginin bize neler hissettirdiğini kaçırıyoruz. Bunun yerine bizi sevdiğini, sadece sevgisini gösterme şekillerinin bizden farklı olabileceğini hatırlamak gerekiyor. Sevgi gösterme biçimlerimizin farklı olduğunu bilsek de birimiz ilişkiden bir hayli memnunken diğerimiz daha az memnuniyet duygusu hissedebiliyoruz. Bu konuda bağlanma stillerimiz oldukça önemli bir etkiye sahip.
Destekleyici, şefkatli, sevgi dolu bir ilişkiye sahip olmak neredeyse hepimizin en büyük önceliklerinden biri. Fakat ne yazık ki iki tarafın da eşit seviyede destekleyici olduğu, eşit seviyede sevdiği, ilgisini ve sevgisini aynı oranda gösterdiği bir ilişki hayal etmek güç. Bu eşitliği yakalayamamanın arkasındaki sebeplerden biri de bağlanma stillerimiz. Örneğin, kaygılı bağlanan kişiler partnerleriyle aralarında olan temaslardan daha az tatmin oluyorlar ve partnerlerinin onlar kadar fiziksel temasta bulunmadığından yakınıyorlar. Kaçıngan bağlanan partnere sahip olan kişilerin de romantik ilişkileriyle ilgili değerlendirmeleri daha olumsuz oluyor. Güvenli bağlanan partnerler ise ilişkilerinden genellikle oldukça memnun oluyorlar. Bu memnuniyeti sağlayan ise partnerlerin birbirlerinin ihtiyaçlarını fark edip bunu karşılamaya çaba göstermeleri ve stres gibi olumsuz duygularla baş etme konusunda birbirlerine destek olmaları oluyor.
Ayrıca partnerlerin birbirlerine gönderdikleri sinyallere duyarlı olmaları, birbirlerinin öz güvenlerini ve öz saygılarını destekleyecek şekilde hareket etmeleri iki tarafın da birbirinden memnun olma düzeyini artırıyor. Böylece “O beni, benim onu sevdiğim kadar sevmiyor.” gibi cümleler kurma ihtimalleri azalabiliyor. Bir diğer deyişle güvenli bağlanan kişiler hem kendilerine hem partnerlerine sevgi dolu ve destekleyici bir ilişki sağlamaya daha yatkın oluyorlar.
Partnerimizle sadece sevgilerimizi ve sevgi gösterme şekillerimizi değil kıskançlığımızı da kıyaslayabiliyoruz. Kıskançlık, genellikle ilişkinin bitmesine veya değişmesine yol açabilecek tehditler ortaya çıktığında beliriyor. Bu sebeple bağlanma stillerimizle yakından ilişkili. Farklı bağlanma stillerine sahip kişiler farklı şekillerde kıskançlıklarını deneyimliyor ve yansıtıyorlar. Kaygılı bağlanan kişiler daha fazla kıskançlık deneyimlemeye yatkın oluyorlar. Kendileri ile ilgili olumsuz, kendileri dışındakiler ile ilgili olumlu düşüncelere sahipler olmalarından dolayı kıskançlık uyandıracak durumlarla ilgili olarak diğerlerine göre daha fazla üzüntü ve korku hissediyorlar. Kaçıngan bağlanan kişiler ise kıskançlık hislerinin pek fazla peşine düşmüyorlar çünkü kıskandığını kabul etmek ve gösterebilmek de bu kişilerin iç dünyalarını dışarı yansıtmak zorunda kalmaları anlamına geliyor.
Aslında birbirimizi sevme düzeyimiz ve sevgimizi gösterme şekillerimiz birçok faktöre bağlı olarak değişebiliyor. Önemli olan ilişkinin geneline baktığımızda ilişkide olduğumuz kişinin sevgisini, ilgisini ve şefkatini üzerimizde hissedebilmek ve bunun genel olarak bir dengeye oturması oluyor.