Kıskançlık, edebiyattan mitolojiye hukuk davalarından psikolojiye kadar pek çok alanda karşımıza çıkıyor. Kimileri kıskançlığı istenmeyen ve ilişkiyi yıpratan bir duygu olarak görse de kimileri kıskanıyor ve kıskanıldığını hissetmek istiyor. Kıskançlık kimilerine göre aşktan kimilerine göre düşük öz güvenden kimilerine göre de kaybetme korkusundan kaynaklanıyor. Yapılan araştırmalar kıskançlığı en iyi tanımlayan üç duygunun kırgınlık, öfke ve korku olduğunu gösteriyor.
Kıskançlık, önemsenen bir ilişkinin yitirilmesine ya da bozulmasına yol açabilecek bir tehlikenin varlığına karşılık verilen karmaşık bir tepki olarak değerlendiriliyor ve bununla ilişki olarak içinde kırgınlık ve korku taşıyor. Kıskançlığın temelinde kişinin partneriyle, hayali veya gerçek bir rakip arasındaki gerçek ya da olası bir ilişki sebebiyle algılanan, ilişkinin varlığına, niteliğine ve/veya kişinin kendi benlik saygısına yönelik tehditler yatıyor. Bu da kıskançlığın bir parçası olan öfke duygusunu daha iyi anlamamızı sağlıyor.
Kıskançlık doğuştan geliyor ve 6 aylık bebeklerde dahi bu duygu görülüyor. Kıskançlık yaş, cinsiyet, cinsel yönelim gibi farklılıklardan bağımsız bir psikolojik mekanizma olarak karşımıza çıkıyor. Bu mekanizmanın önemli bir parçası ise algıladığımız durumu (tehdidi) değerlendirme aşaması. Buna göre, değerlendirmenin ilk aşamasında kişi kıskançlık yaratacak olayı veya kişiyi fark ediyor ve bu durumun kendisi için pozitif ya da negatif bir etkisi olup olmadığını tartıyor. Eğer durumun negatif bir etkisi olduğuna kanaat getirirse değerlendirmenin ikinci aşamasına geçiyor. İkinci aşamada, kişi bu negatif durumun kendisi ve ilişkisi için ne anlama geldiğini daha detaylı bir şekilde değerlendiriyor ve vardığı sonuçlara göre ne şiddette bir tepki göstermesi gerektiğine karar veriyor. Değerlendirme aşamasının ilki doğuştan gelen ve hayvanlarda dahi görülen bir adım iken ikinci değerlendirme aşamasının sadece insanlara özgü olduğu görülüyor.
Kıskançlığın en ilkel formunun kardeş kıskançlığı olduğu düşünülüyor. Bu duygunun daha sonra arkadaşlıkları ve romantik partnerleri bir arada tutma amacıyla evrildiğine inanılıyor. Bebekler yeni doğduklarında genellikle annelerini (aslında en çok ilgi ve sevgi veren kişiyi) kıskanıyorlar. Eş kıskançlığında da benzer şekilde kişi partnerinin ilgisini en fazla verdiği kişi olmayı bekliyor. Bu ilgi sıralamasında kendini en üstte bulmayan/hissetmeyen kişi, partnerinin hayatındaki diğer insanları kıskanmaya başlıyor. Bu bakış açısıyla baktığımızda kıskançlığın çok doğal ve doğuştan sahip olduğumuz bir duygu olduğunu görüyoruz; bu sebeple de doğru dozda kıskançlığın ilişkiler için normal ve gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Belli bir oranda kıskançlık olması yakın ilişkilerimizde bağ kurmamıza yardımcı oluyor ve bağlanma sürecini hızlandırıyor. Kıskançlığın ne boyutta olduğu önem taşıyor çünkü kıskançlığı kontrolcü davranıştan ayıran yegane faktör bu. Kıskançlık, kontrolcü davranışa dönüşmeye başladığında kişiler kendilerini toksik bir ilişkinin içinde buluyorlar. Kıskançlık ilişkiye tam da bu noktada zarar vermeye başlıyor.