Depresyon günlük hayatımızı, var olan düzenimizi, akademik hayatımızı etkileyebildiği gibi söz konusu yakın ilişkilerimiz olduğunda burada da güçlü bir etkiye sahip olabiliyor. Her yaş grubunun üzerinde farklı etkileri olsa da özellikle erken ergenlik ve yetişkinliğe geçiş dönemlerinde sahip olduğumuz ilişkiler, depresyondan fazlasıyla etkileniyor. Öte yandan, depresyonu tetikleyen etkenlerin başında yine yakın ilişkilerimiz geliyor.
Erken ergenlik döneminde yaşanan sosyal problemler, depresyon için kuvvetli bir temel oluşturuyor. Bu yaşlarda depresif semptomlar gösteren kişilerin büyük bir çoğunluğu arkadaşları tarafından dışlandıklarını, ailelerinden gerçek bir yakınlık göremediklerini, yaşıtlarına göre daha az samimi ilişkiler kurduklarını ve en önemlisi de kendilerini duygusal destekten yoksun hissettiklerini belirtiyorlar. Ergenlik çağında yaşanan depresyonun birey üzerindeki en büyük etkilerinden biri ise kişinin kendini içinden çıkılmaz bir döngüdeymiş gibi hissediyor olması. Çalışmalar, depresyondaki ergen bireylerin zorluklarla başa çıkma yeteneklerinin ve duygusal dirençlerinin yaşıtlarına göre oldukça zayıfladığını gösteriyor. Günlük hayatlarında yaşayabilecekleri akademik, profesyonel ya da sosyal problemler ile baş edebilme ve bu sıkıntılara karşı güçlü kalma kabiliyetleri oldukça düşen bu bireylerin, yaşadıkları sorunlar nedeniyle yeniden depresyona sürüklendikleri ve içinden çıkmanın pek kolay olmadığı bir döngüye girdikleri görülüyor. Uzun süre bu durumu yaşayan ergenlerdeki en belirgin semptomlar ise öz saygının oldukça kuvvetli bir şekilde azalması ve intihara meyilli düşünceler oluyor. Bu yaş grubunda yaşanan depresyon sırasında kişiler sosyal desteği yakın arkadaşlarından arasa da geç ergenlik dönemindeki kişilerde destek arayışı daha çok romantik ilişkiler üzerinden oluyor. Özellikle ergenlik döneminde romantik ilişkilere daha çok değer verilmeye başlanmasıyla birlikte duygusal dengesizliklerden bir kaçış yolu olarak romantik ilişkiler daha da çekici geliyor. Hatta öyle ki ergenlik döneminde uzun süreli bir depresyon döneminden geçmiş bireylerin erken evlenme oranı çok daha yüksek. Ancak araştırmalarda 18-24 yaş grubu genç yetişkinlerde son 1 yıl içerisinde romantik bir ilişki yaşamış olanların depresyon eğiliminin yaşamamış olanlara kıyasla daha fazla olduğu görülüyor.
Geç ergenlik dönemindeki bireyler ile yapılan bir çalışmada katılımcılardan bir hafta boyunca bir günlük tutmaları ve duygularını açıkça bu günlükte belirtmeleri isteniyor. Bu yazılardaki depresif hislerin en çok kişilerin romantik ilişkileri ile ilgili olduğu gözleniyor. Araştırmanın ilginç bir diğer yanı ise romantik ilişkiler erkeklerde genellikle depresif hisleri yatıştırırken kadınlarda tam tersi bir rol oynuyor. Depresyon ve romantik ilişkilenmenin ergenlerde bir arada gözlemlenmesi aslında pek de ilginç değil çünkü romantik ilişkilerde hissedilen belki de ilk kuvvetli kaygıyı ergenlik döneminde yaşıyoruz ve bu kaygı ergenlerdeki depresif hislerin de en büyük tetikleyicisi oluyor. Benzer bir araştırma ise ergenlerdeki depresyon ve romantik ilişki bağlantısının yetişkinlerde o kadar da kuvvetli olmadığını gösteriyor. Öte yandan, depresif semptomlar gösteren ergenlerde kaygılı bağlanmaya bir yatkınlık da gözleniyor. Kaygılı bağlanan bireylerin ilişkideki terk edilme kaygıları ve samimiyet ve bağlılık arayışları, ilişki kalitesi ne kadar iyi olursa olsun sürekli olarak hissedilen eksiklik nedeniyle ilişki içerisinde huzursuzluk hissedilmesine sebep olabiliyor. Bu bağlantının sebebi ise depresif semptomlar gösteren ve kaygılı bağlanma stiline sahip bir bireyin kendini daha iyi hissetmek için romantik bir ilişki arıyor olması olabiliyor.
Romantik bir ilişki içerisinde olan heteroseksüel kadınlar ile yapılan bir çalışmada, depresyon yaşayan kadınlar yakın arkadaşlarından gördükleri desteği partnerlerinden göremediklerini dile getiriyor. Yine aynı çalışmada, karşı cinse bu durumla ilgili sorular sorulduğunda depresyondaki partnerlerinin sosyal yeteneklerden yoksun olduğunu düşündükleri ortaya çıkıyor. Ancak bu durum sadece partnerler için geçerli değil. Üçüncü kişilerin gözlemlerine başvurulduğunda da aynı şekilde depresyondaki bireylerin sosyal anlamda daha başarısız olduğu ve daha zayıf ilişkiler kurduğu söyleniyor.
Özellikle ergenlik yıllarında kurulan yakın ilişkilerde samimiyetin artması açısından benzer hayat görüşleri ya da yaşanmışlıklar oldukça önemli bir yer tutuyor. Örneğin, alkol bağımlılığı yaşayan iki insan birbiriyle daha yakın bir bağ kurabiliyor. Ancak bu durum bizi daha sağlıksız seçimlere de itebiliyor. Destekleyici bir partnerdense benzer sorunlar yaşayan bir partner ile beraber olmak yaşanan sorunun devamlılığına sebep olabiliyor. Hatta bir süre sonra durumun içselleştirilip ilişki içerisinde "bizim problemimiz" olarak anılması oldukça sık karşılaşılan bir durum. Depresyonun ilişki içerisindeki diğer bir etkisi ise cinsellik alanında oluyor. Örneğin, depresyondaki bireylerin cinsel istek ya da cinsellik konusunda yaşadığı sıkıntıların katılımcıların %70'inde 5 kat daha fazla olduğu görülüyor. Bu cinsel sorunlar, depresyonun vücutta yarattığı hormonel değişimlerden kaynaklı olabileceği gibi, depresyonun ilişki içerisinde yarattığı gerginlikten kaynaklı da olabiliyor.
İlişkilerimiz, depresyonu tetikleyebildiği gibi aslında depresyon sebebiyle aldığımız kararlar da kötü ilişkileri ve tekrar depresyonu tetikleyebiliyor. Özellikle geç ergenlik döneminde etkileri oldukça ağır ve uzun süreli olabilen depresyon konusunda yardım almaktan hiçbir şekilde çekinilmemesi gerekiyor.